Hasan Sabbah ve Alamut Kalesi

 

Hasan Sabbah Alamut Kalesi'ni ele geçirir geçirmez onu dış dünyadan tamamen yalıtacak çalışmalara girişti. En önemlisi de her türlü düşman sızıntısını engellemekti. Bölgenin zaten olağanüstü olan savunma özelliklerini ustaca inşaatlarla pekiştirdi, iki tepe arasındaki en dar geçidi bile surlarla tıkadı. Ama Hasan'a bu tahkimat çalışmaları da yeterli gelmedi. Belki saldırı olanaksızdı ama kaleyi kuşatanlar onu aç veya susuz bırakarak hakkından gelebilirlerdi. Kuşatmaların çoğu bu şekilde sonuca erdirilirdi.

Bu noktada da Alamut çok zayıftı, çünkü içme suyu kaynakları son derece kısıtlıydı ama Şeyh bunun çaresini buldu. Suyunu yakındaki derelerde arayacağına, dağın içine görkemli bir sarnıçlar ve su yolları şebekesi kazdırıp yağmur ve kar suyunu toplamaya yöneldi. Bugün kalenin harabelerini ziyaret edenler, Hasan'ın yaşadığı büyük odadaki "mucizevi havuz"u hala hayranlıkla seyrederler. Bu havuz, suyu boşaltıldıkça kendiliğinden dolar ve ustalığın şahikası olarak dolan su asla dışarı taşmaz.

Su sarnıcı örneği

Şeyh, erzak sorununu da derin kuyular kazdırarak çözdü; kiler olarak kullanılan bu kuyularda zeytinyağı, sirke ve bal saklanıyordu. Ayrıca hatırı sayılır miktarda arpa, kuzu yağı ve kuruyemiş istif ettirmişti. Mutlak bir ablukaya yaklaşık bir yıl dayanabilirdi. Bu süre, o devirdeki kuşatmaların tahammül sınırının çok üstündeydi. Özellikle de kışın çok sert geçtiği bir bölgede. Kısacası, Hasan en ufak çatlağı olmayan bir kalkan imal etmiş, deyim yerindeyse, kusursuz savunma bir silahını eline geçirmişti.

Kendine bağlı katilleriyle de kusursuz bir saldırı silahına sahipti. Gerçekten de, ölmeye kararlı bir adama karşı nasıl tedbir alınabilirdi ki? Her türlü koruma çabası caydırma gücüne dayanır; önemli şahsiyetleri çevreleyen koruma ordularının dehşet saçan görüntüsü, bilindiği gibi, ölümden kurtulamayacaklarını hissettirerek olası saldırganların gözünü korkutmayı amaçlar. Ama ya saldırgan ölümden korkmuyorsa? Ya şehitliğin cennete giden en kestirme yol olduğuna inanmışsa? Ya İmam'ın sözleri aklından hiç çıkmıyorsa: "Sizler bu dünya için değil ahret için yaratıldınız. Denize atılmakla tehdit edilen bir balık korkar mı hiç?" Üstüne üstlük cani kurbanın yakın çevresine de sızmayı başarmışsa? O zaman onu durdurabilecek hiçbir şey kalmamış demektir.

Alamut Kalesi'nin konumlandığı yer (Qazvin, İran)

Hasan bir gün bir eyalet valisine şöyle yazmıştı: "Ben Sultan kadar güçlü değilim ama onun verebileceğinden çok daha büyük zarar veririm sana." Böylece hayal edilebilecek en mükemmel savaş araçlarını imal eden Hasan Sabbah, kalesine yerleşti ve bir daha da oradan hiç ayrılmadı. Hatta yaşamöyküsünü yazanlara göre, ömrünün son otuz yılında evinden dışarı sadece iki kez, onda da sadece evin damına çıkmak için adım atmıştı.

Hasan Sabbah oturmaktan yıpransa da hiç değiştirmediği ve onartmadığı bir hasırın üzerine bağdaş kurardı. Orada ders verir, yazıp çizer, düşmanlarının peşine katillerini salardı ve günde beş vakit aynı hasırın üzerinde, o sırada yanında bulunanlarla birlikte namaz kılardı.

Alamut Kalesi, İran

Alamut harabelerini ziyaret etme fırsatını hiç bulamamış olanlar açısından şunu belirtmekte yarar var: Eğer burasının tek elverişli yanı erişilemezliği olsaydı, tarihte böylesine önemli bir yer edinemezdi. Ama o kayalık tepenin en üstünde bir şehri, en azından bir kasabayı alabilecek genişlikte bir düzlük de vardı. Haşşaşinler devrinde bu düzlüğe doğu tarafına düşen dar bir dehlizden ulaşılıyor, bu dehlizin ucu daracık, dolanbaçlı sokaklardan, surların ardındaki basık toprak evlerden oluşan aşağı kaleye çıkıyordu. Tüm cemaatin toplanabileceği tek yer olan meydanı geçtikten sonra yukarı kaleye varılıyordu. Burası, geniş tabanı doğuda duran, dar boynu ise batıya doğru uzanan yatık bir şişe biçimindeydi.

Kaleye, çok sıkı korunan dar bir geçitten giriliyordu. Bu geçidin en ucunda Hasan'ın evi vardı. Evin tek penceresi uçuruma bakıyordu. Kale içinde ayrı bir kaleydi burası. Emrettiği ses getiren cinayetlerle, kendisinin, tarikatının ve kalesinin çevresinde örülen efsanelerle, Haşşaşinlerin Büyük Şeyhi Doğu'ya ve Batı'ya uzun süre dehşet saçtı. Her Müslüman şehrinde birkaç yüksek görevli öldürülmüş, Haçlılar da iki veya üç meşhur kurban vermişlerdi.

Assasin's Creed

Asıl dehşetin Alamut'ta hüküm sürdüğü, nedense sık sık unutulur. Militanlık erdemini baştacı eden bir yönetimden daha feci bir saltanat düşünülebilir mi? İmam, müritlerinin hayatlarının her anını zapturapt altına almak istiyordu. Her türlü musiki aletini yasakladı; küçücük bir kaval bile bulsa herkesin huzurunda kırıp ateşe atıyordu; suçlu prangaya vuruluyor, adamakıllı değneklendikten sonra cemaatten kovuluyordu.

İçki içenler ise daha da sert cezalara çarptırılıyordu. Hasan bir akşam kendi öz oğlunu çakırkeyif halde yakalamış, anında idama mahkum etmişti. Annesinin tüm yalvarıp yakarmalarına karşın, ertesi gün şafakla oğlanın boynu vuruldu. İbret olsun diye. Bir daha kimse ağzına şarap koyamadı. Alamut'ta adalet, en hafif deyimiyle, çok hızlı ve baştan kara işletilirdi. Rivayete göre bir gün kalede bir cinayet işlenmişti. Bir tanık Hasan'ın ikinci oğlunu suçladı. Hasan, iddiaların ispatına bile gerek duymadan geri kalan son erkek çocuğunun da başını vurdurdu. Birkaç gün sonra gerçek suçlu suçunu itiraf etti; onun da kellesi gitti.

Amin Maalouf

Şeyh'in yaşamöyküsünü yazanlar, onun dürüstlüğünü ve tarafsızlığını göstermek için oğullarını öldürmesini örnek verirler. Bu ibretlik cezaların yardımıyla, Alamut cemaatinin bir fazilet ve ahlak limanı haline geldiğini yazarlar; oysa çeşitli kaynaklardan öğrendiklerimize dayanarak bu idamların ertesinde Hasan'ın tek karısıyla kızlarının onun otoritesine başkaldırdıklarını, Şeyh'in onların Alamut'tan kovulmalarını buyurduğunu ve kendinden sonrakilere de, kadınların etkisiyle doğru karar almaktan şaşmamaları için gelecekte de aynı şekilde davranmayı salık verdiğini biliyoruz.

Dünyadan el etek çekmek, kendi çevresini boşaltmak, taştan ve korkudan örülmüş surların içine kapanmak... Hasan Sabbah'ın anlamsız rüyasının vardığı sonuç buydu.

Yorumlar

Daha yeni Daha eski